Antibiyotik direnciyle mücadele etmek için daha yüksek vergilere ya da daha az et yiyicilere ihtiyacımız var.

Tüm seçeneklerimizi masaya koyalım.

1940’ların sonunda keşfedilen Kolistin antibiyotiği, mükemmel bir ilaç değildir. Kullanımı ile birlikte potansiyel yan etkileri şaşırtıcı bir listesi ile karşımıza çıkar. Bunlar arasında baş dönmesi, şiddetli kaşıntı, uyuşma ve karıncalanma bulunmaktadır – ki bu adeta böceklerin cildinizde süründüğü gibi bir his bırakır. Bu arada ilaç böbrek yetmezliğine de sebep olabilmektedir.

Kolistin’in yan etkileri çok şiddetli olduğu için hastalara son çare olarak verilir. Son yıllarda bakteriler antibiyotiklere karşı artan bir direnç geliştirdiler. Bakteriler antibiyotik dirençli hale geldiğinde, ilaçlar artık bakteri öldürmez ve böylece hastada iyileşme görülmeyebilir. Bir antibiyotik ne kadar çok kullanırsa, bakterilerin buna dirençli olma olasılığı daha yüksektir. Ancak çok sık kolistin kullanmıyoruz. Klinisyenler bunu yalnızca daha güvenli farmasötik maddelere dirençli olan enfeksiyonları tedavi etmek için kullanırlar. Kolistin ve ölüm arasında bir seçim olursa, verilecek karar gayet nettir.

Ancak, 2015 yılında araştırmacılar, güçlü ilaçlara dirençli bir E. coli bakteri suşu keşfettiler. Kolistine maruz kaldığında, potansiyel olarak ölümcül enfeksiyonlara neden olabilecek bir E. coli bakteri ölmedi. Colistin’in başlıca kullanımlarından biri, antibiyotik dirençli E. coli enfeksiyonlarını tedavi etmek olduğundan, bu sonuç korkunç bir endişeye sebep olmuştur.

Suçlu? Daha çok babancı ülkelerde kullanılan domuz pastırması. Kolistin insanlarda nadiren kullanılıyor olsa da, Çinli domuz çiftçileri ilacı hayvan yeminde kullanmaya başladı. Antibiyotikler, domuzların kalabalık koşullarda enfeksiyonları önlemesine yardımcı oluyor. Ayrıca, çiftlik hayvanlarının daha hızlı kilo almalarına yardım ederek onları daha önce kesim için hazır hale getiriyorlar. Ancak bu uygulama, dirençli E. coli’nin gelişmesine izin vermek için daha fazla miktarda kolistini devreye soktu. İlaca sıklıkla maruz kaldıklarında, hayatta kalmak için gerekli olan mutasyonlarla patojen suşları, dirençli olmayan suşlardan daha fazla üreme ve yayılma eğilimindeydi. “Bu şekilde devam edersek, antibiyotiklerimizi gereksiz yere israf edeceksek, sonuçta hiçbir şey işe yaramayacak” diyor, epidemiyolojist Thomas Van Boeckel. Van Boeckel, bugün Science dergisinde yayınlanan ve çiftlik hayvanlarının antibiyotikten uzaklaştırılmasının en iyi yolunu bulmaya çalışan bir grubun ortak yazarıdır.

Amerika Birleşik Devletlerinde kullanılan antibiyotiklerin yüzde sekseni hasta insanlarda değil, sağlıklı çiftlik hayvanlarında kullanılmaktadır. Dünya çapında bu hayvanların, yemlerine ve içme suyuna yaklaşık 131.000 ton antibiyotik atıyoruz. Bu gidişatı değiştiremezsek, çiftlik hayvanlarını 2030 yılına kadar yılda 200.000 ton antibiyotik ile besleyeceğiz. Hali hazırda sonuçlarından mustarip durumdayız. Antibiyotik direnci artmaktadır, bir zamanlar hayat kurtaran ilaçların çoğu artık şeker hapları kadar etkilidir. Yapılan çalışmalara göre tahminen 2 milyon Amerikalı, her yıl antibiyotik dirençli enfeksiyonlara yakalamaktadır. Bunlardan en az 23.000 kişi ölüyor. Şayet dikkatli olmazsak, hastalıkların kol gezdiği eski zamanlara dönüş başlayacak.

Hükümetler bunun bir sorun olduğunu kabul ediyor. 2016’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, antimikrobiyal direnç üzerine üst düzey bir toplantı düzenledi. ABD de dahil olmak üzere mevcut uluslar, konunun üstesinden gelmek için pratik yollar geliştirmeyi kabul ettiler.

Center for Disease Dynamics, Economics & PolicyAntimicrobial consumption for food and animal production by country in 2013 (light red) and projected for 2030 (dark red). (Hastalık Dinamikleri, Ekonomi ve Politika Merkezi 2013 yılında ülkeye göre gıda ve hayvan üretimi için antimikrobiyal tüketim (açık kırmızı) ve 2030 yılı için tahmin edilen (koyu kırmızı).

Van Boeckel ve meslektaşları, çiftlik hayvanlarında antimikrobik kullanımı azaltmak için üç olası stratejiyi analiz ettiler. İlk sırada antimikrobik kullanımı sınırlayan düzenlemeler vardı. Şu anda kullanımdaki miktar ülkeye bağlı olarak değişmektedir. Norveç hayvan ürününün kilogramı başına ortalama 8 mg mikrobiyal etken kullanır. Çin 318 mg kullanır. Araştırmacılar, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nı (OECD) oluşturan 35 ülke ve  Çin’in 50 mg’a kadar antimikrobiyal kullanımını sınırlaması durumunda antimikrobiyallerin dünya çapında kullanımını yüzde 60 oranında azaltabileceğini keşfettiler. Fakat bu da düzenleyici yaklaşımlar, gözetim sistemleri ve uygulama sistemlerini kurmayı gerektirir. Bu hükümetlere maliyet getirir ve uygulamanın gevşemesine neden olabilir.

Başka seçenek? Basit: çok fazla et yemeyi bırakın. Araştırmalar et tüketimimizi günde yaklaşık 40 g düşürürsek, kullanılan antibiyotik miktarını yüzde 66 oranında azaltabileceğimizi göstermektedir. Bu miktar, standart McDonald’s hamburgerinden aldığımız etten yaklaşık yüzde 20 daha az et demek. Şu anda Amerikalılar günde ortalama 280 gramlık et tüketiyor-bu nedenle 40 g gerçekçi olmayabilir. Araştırmacılar dünya çapında antimikrobiyal tüketimini yüzde 22 azaltacak yaklaşık 170 gramlık etin daha gerçekçi bir oranını öneriyorlar.

Araştırmacılar ayrıca ülkelere et kullanımından dolayı P gibi bir vergi konduğunda ne olabileceğini de incelediler. Dolayısıyla bu senaryoya göre ürün 100 tl olarak satılırsa bu üreticiye 150 tl gibi bir fiyata mal olacaktır. Bu durumda küresel tüketimin yüzde 31 azalacağı tahmininde bulunuyorlar. Resmi düzenlemeler kadar etkili olmasa da bazı ek faydalar içermektedir. Gerçekte vergi koymak daha kolaydır çünkü çok az firma bu tür ilaçları üretecektir. Milyonlarca çiftçinin davranışını izlemektense birkaç üreticiye vergi koymak daha kolaydır. Tabii buradan sağlanacak kaynak ülkelerin antibiyotik araştırmalarına yatırım yapabileceği parayı da artıracaktır.  Şu anda, bir ilaç şirketi için yeni bir antibiyotik geliştirmek bir milyar dolardan fazla maliyete neden olmaktadır. Güvenli ve etkili bir antibiyotik oluşturduklarında, hala maliyet konusu devam etmektedir. Şirket, araştırma ve geliştirme çalışmalarını kapsayacak kadar ilaç satmalıdır. Bunu yapmak için ise ya yüksek fiyattan çok az satacaklar (örneğin insanlara bir hap 1000 tl gibi) ya da düşük fiyattan çok fazla satacaklar (örneğin hayvan beslenmesinde olduğu gibi). Bu tabii ki ilacın etkinliği çok daha hızlı kaybedeceği anlamına gelir. Bu seçeneklerden hiçbiri mükemmel değil, bu yüzden birçok şirket üçüncü bir seçeneği tercih ediyor; iş dünyasından tamamen çıkıyorlar. 2014 Pew Charitable Trusts raporunda, en iyi 50 ilaç firmasından sadece beşinin herhangi bir antibiyotik araştırması yaptığı yayınlamıştır.

“Ben ilaç endüstrisini savunmak için burada değilim,” diyor Van Boeckel. Ancak antibiyotik şirketlerinin mevcut pazardaki satışlarının yüksek olmasının kendilerini daha fazla ilaç üretmeye teşvik ettiğini de itiraf etmektedirler. Bir şirketin bir antibiyotikle yaptığı parayı, kaçını sattığından ayırmanın bir yolunu bulmamız gerekiyor. Antimikrobik maddelerin vergilendirilmesiyle ortaya çıkan gelirler, bu çabaya katkıda bulunabilir. Araştırmacılar, üç seçeneğin hepsinin karıştırılmasının en etkili olduğunu, antibiyotik kullanımını yüzde 80 oranında azaltma potansiyeline sahip olduğunu buldular. Ancak hükümetlerin seçtikleri herhangi bir seçenek için, gelir grupları ve diğer politik gerçekler arasındaki farklılıkları hesaba katması gerektiğini göstermektedir.

Kesin olarak bildiğimiz, kullanımı azaltmak mümkündür. Tavuk çiftlikleri, antibiyotik alanında önde gelen tüketiciler arasında yer alırdı. Ancak son on yılda, Amerikada’ki  en büyük kanatlı üreticilerinden biri olan Perdue, antibiyotikleri tedarik zincirinin dışına çıkardı. Şirket 2007 yılından yemlerden ve 2014 yılında da üretim çiftliklerinden antibiyotikleri çıkarttı. 2016 yılında Perdue, antibiyotiklerin rutin kullanımını tamamen sona erdirdiğini açıkladı. Artık antibiyotiği sadece hasta olan tavuğa veriyorlar; bu da sürülerinin yaklaşık yüzde 5’inde gerçekleşiyor. Perdue bunu fedakarlıktan değil dipten gelen tepkiler nedeniyle gerçekleştirdi. Müşteriler şirkete antibiyotikleri tavuklarından çıkarmalarını söylüyorlardı. İsteğin olduğu yerde, öyle görünüyor ki, bir yol da vardır.

Darısı, kontrol dışı kalmış, bizim üreticilerimizin başına diyelim.

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir